9.10.2008

eren ve sinekleri


cok ozel bir insan var benim dunyamda. hayalimde kurdugum bir insan degiiiil. tanistirayim- ismi eren. eren'le olan iliskimiz turkiye'de basladi ve uluslararasi bir iliskiye donustu. londra'da konsolosluk'ta ciddi bir insan psikoloji deneyimini yasiyor. bir oda'da, etrafinda binlerce dosya ve herkesin hayatini ozetleyen kagitlar, paranoyaklardan mektuplar, surekli sorunlu insanlardan baglanan telefonu ve her sabah onunla birlikte gazeteyi okurken eslik eden sinegi...

eren beni ilk tanidiginda daha turkiye'ye yeni gelmistim ve herseyi yukardan bakiyordum. turkiye beni cok farkli yonlerden tokati patlatiyordu. eren beni pek tuhaf ve kendisini fazla begenmis biri olarak gormustu. AB proje'de tanistik ve onun bana hediye ettigi CD bizim iliskimizi kilitledi. onun ardindan zaten kahve, sicak cikolata ve cheescake donemimizi baslatmis olduk. cafes de cafe bizim sayemizde cirolarini ikiye katladi.

eren iki sene once tunali caddesinde ankara sicaginda soguk havayi ne kadar ozledigini anlatti. kafka'nin yagmurlu karanlik havayi neden sevdigini anlamis oldugunu anlatti. benim bir cok sefer 'istedigin olur' seklindeki felsefi dialoglarimizda bu sozler yeniden soylendi. kendimizi oxford'ta bir dugune gittigimizi izledik ve orda eren'e londra'da bir is teklifi aldigina sahit olduk. ingiltere donus'te saskin saskin eren basvurdu ve tikir tikir isler yoluna oturup eren tasan bavullariyla londra'ya gitti. yagmur, soguk ve kapali havasi olan ulkeye adim atti.

soktaydim. mutluydum. uzgundum. en yakin arkadasim gitmisti ama ankara'nin sokaklarindan gitmesi gerekiyordu. bunalim artik ayni salatada, ayni yuruyus rotasinda, ayni tunali dukkanlarinda ve yurtdisindan ziyarete gelen arkadaslarinda gozukmeye baslamisti. eren gidince bende ankara'da beni tutan nedir diye sormaya basladim. arkadaslarim, yavas yavas duzenene oturttugum evim ve isim. eren'nin istegi istanbul'a tasinmakti ama annesi ilk once tasindi. sonrada eren kendisini londr'da buldu. istanbul hayali havada kaldi.

istanbul'u tasinma hayalini ben beslemeye basladim. ankara'da yeterince kaldim diyordum. turkiye'de yasayip istanbul'da yasamamak hata olmaliydi diyordum. thai masaj kursuna istanbul'da alirken eren'le surekli konusuyorduk. istanbul o kadar korkunc degil dedim. baska bir buyuk sehir hemde suyu var! hindistan'dan sonra tasinacagim dedim eren'e. 'super ju super!' dedi. eren hep bana inandi. eren supheli gozle bakar ama benim kendime dedigim seye inanir (ben hemen inanmadigim zamanlarimda da).

eren'nin dediklerine ben inanirim. mesela viyanna'ya beraber gittigimizde 'her tarafa yuruyelim ve sehri oyle taniriz' demisti. yuruduk ve 4 gun metro'yu hemen hemen hic kullanmayip sadece yuruduk. allahin -10 derecesinde. eren yuruyuse gelince soyledigini yapar.


bodrumdaydik. ozge ve eren'le birlikteydim. cok cici arkadasimiz yaprak'a evlendiriyorduk. 'erken kalkip yuzelim' dedi eren. gece'nin 0200 de uyuyup 0830da kaltik ve yuzduk. su soguk, gozler yamuk yamuk bakiyor, benim gozler sis, saclar james brown tadinda...sabahin korunde yuzduk. dugun'de her zamanki gibi dans ettik. michael jackson caldi ve cildirdik. 'keep on with the force don't stop/ don't stop till you get enough' bizi bir cok duygusal krizlerimizde (yer onemli degil) kurtardi. michael jackson kurtarmistir ve ikincisi cikolata. cikolata hayranligimiz sonsuzdur.

eren hayatima bazi konularda (yuruyus, yuzmek ve dans gibi) hayatima renk katiyor. londradayken cin restoran'da olsun, portobello'da yerel halkin moda tasarimlari, bisikletle yagmurda yine sis gozlerle bisiklet turu...muthis renkler bunlar. ve hepsi arkadasimin benim paylastigi renkler...

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Juuu,

I lav ya.

Erensinekralicesi.